EBÜSSUÛD EFENDİ KİMDİR ?

EBÜSSUÛD EFENDİ

(ö. 982/1574)

Osmanlı şeyhülislâmı, hukukçu ve müfessir.

“Müftilenâm, şeyhülislâm, sultânü’l-müfessirîn. hâtimetü’l-müfessirîn, muallim-i sânı, allâme-i kül, Hoca Çelebi, Ebü Hanîfe-i Sânî” unvanlarıyla anılır. Ebüssuûd kelimesi onun adı gibi görün-mekteyse de tefsirinin mukaddimesin­de kendisinden Ebüssuûd Muhammed şeklinde bahsettiği dikkate alınırsa asıl adının Muhammed, Ebüssuûd’un da bir künye veya lakap olduğu anlaşılır. Bu künyeyi niçin aldığı konusunda kaynak­larda yeterli bilgi yoktur. Ebüssuûd Efendi, yaygın görüşe göre 17 Safer 896’da[1][328] İstanbul yakınlarındaki Meteris (Metris-Müderris) köyünde dün­yaya geldi. Ailesi o zaman Amasya’ya, bugün Çorum’a bağlı bulunan İskilip’ten olup babası Şeyh Muhyiddin Muhammed Yavsî İskilip’e bağlı İmâd (Direklibel) kö­yünde doğmuştur. İskilibî nisbesinden hareketle onun da İskilip’te doğduğu ile­ri sürülmüşse de bu ihtimal zayıftır. Fâ­tih Sultan Mehmed’in oğlu Şehzade Ba-yezid’in Amasya sancak beyliği sırasın­da sevgisini ve dostluğunu kazanan Şeyh Muhyiddin, Bayezid’in padişah olmasın­dan kısa bir süre sonra İstanbul’a davet edilmiş ve Sultanselim civarında kendisi İçin bir tekke inşa ettirilmiştir (bu tekke daha sonra Sivâsî Tekkesi diye tanınmış­tır]. Ebüssuûd, II. Bayezid’in tahta çık­masından yaklaşık dokuz yıl sonra dün­yaya geldiğine göre İstanbul’da doğmuş olması daha muhtemel görünmektedir. Ebüssuûd’un babası Şeyh Yavsî veya Sul­tan II. Bayezid’e yakınlığı dolayısıyla “hün­kâr şeyhi” diye de bilinir. Annesi Sultan Hatun, Ayderüsî ve Mecdî Efendi’nin kay­dettiğine göre Ali Kuşçu’nun kardeşi­nin, Ataî ve Âlî’nin belirttiğine göre ise bizzat Ali Kuşçu’nun kızıdır. Dedesi Mus­tafa el-İmâd da (fmâdî) Ali Kuşçu’nun kardeşidir. Mustafa el-İmâd bazı kay­naklarda Ebüssuûd Efendi’nin babası olarak gösterilmekteyse de[2][329] bu doğru değildir. Bazı şarkiyatçılar İmâd’ı Âmid ile karıştırıp Ebüssuûd Efen­di’nin Diyarbakırlı olduğunu ileri sürmüş­lerdir. Âlî Mustafa Efendi ve Peçuylu İb­rahim’in İmâd’ı İmâdiye İle karıştırarak Ebüssuûd Efendi’yi Kürt asıllı gösterme­leri de yanlıştır. Zira Ebüssuûd Efendi’­nin ailesinin şimdi İrak topraklarında kal­mış bulunan İmâdiyeli değil İskilip’e bağ­lı İmâdlı olduğu, çağdaşı bazı kaynaklar da dahil olmak üzere[3][330] hemen bütün kaynaklar­ca belirtilmektedir. Öte yandan bazı araş­tırmacılar, dedesinin İmâd lakabının İmâ-düddin’in kısaltılmış şekli olduğunu ile­ri sürmüşlerse de ailesinin aslen İmâdlı olduğu göz önüne alındığında bu yoru­mun isabetli olmadığı görülür.

Ebüssuûd Efendi ilk tahsilini babası­nın yanında yaptı. Ondan Seyyid Şerîf el-Cürcânî’nin kelâma dair Hâşiyetü’t-Tecrîdve Şerhu’l-Mevâkıf, belagata da­ir Haşiye Cale’l-Mutawel adlı eserle­riyle çeşitli tefsir kitaplarını okudu. Daha sonra Müeyyedzâde Abdurrahman Efen­di. Mevlânâ Seydî-İ Karamanı ve bazı kay­nakların verdiği bilgilere göre İbn Kemal’­den ders aldı. Hocası Mevlânâ Seydî-i Karamânfnın kızı Zeyneb Hanım’la ev­lenen Ebüssuûd Efendi ilk olarak Yavuz Sultan Selim döneminde 922’de (1516) Çankırı Medresesi’ne, buraya gitmek­te tereddüt göstermesi üzerine de İne­göl İshak Paşa Medresesi’ne tayin edil­di. 926’da (1520) buradaki görev süresi sona erince ertesi yıl Dâvud Paşa Med-resesi’nde, bir yıl sonra da Mahmud Pa­şa Medresesi’nde görevlendirildi. 931 (1525) yılında Vezir Mustafa Paşa’nın Gebze’de inşa ettirdiği medreseye tayin edildi. Bir yıl sonra Bursa Sultaniye pa­yesine lâyık görülen Ebüssuûd Efendi 934’te (1528) Medâris-i Semâniyye’den Müftü Medresesi’ne müderris oldu. Beş yıl bu vazifede kaldıktan sonra önce Bur­sa, 940 Rebîülâhirinde de[4][331] İstanbul kadılığına getirildi. Korfu sefe­ri sırasında Rumeli Kazaskeri Muhyid­din Efendi ve Anadolu Kazaskeri Kadri Efendi’nin Maktul İbrahim Paşa konu­sunu açmalarından hoşnut olmayan Ka­nunî Sultan Süleyman’ın her iki kazas­keri de azletmesi üzerine Rebîülevvel 944’te[5][332] Rumeli kazasker­liğine tayin edildi ve hemen sefere ka­tıldı. Kara Boğdan, Estergon ve Budin seferlerinde padişahın yanında yer al­dı. Budin’in fethinden sonra şehirde ilk cuma namazı onun tarafından kıldırıldı. Sekiz yıl Rumeli kazaskeri olarak görev yapan Ebüssuûd Efendi Şaban 952’de[6][333] Fenârîzâde Muhyiddin Efen­di’nin yerine şeyhülislâm oldu.

Ebüssuûd Efendi kazaskerliği ve şey­hülislâmlığı sırasında özellikle ilmî takım şikâyetlere yol açınca Kanûnî’nin emriyle meselenin halli için görevlendi­rildi. Ebüssuûd Efendi önce her payede âlimlerin ne kadar mülâzım verecekleri­ni tesbit etti. daha sonra da yedi yılda bir mülâzemet usulünü kanunlaştırdı. Medreselerden mezun olan dânişmend-lerin kazaskerlerin meclisindeki “mat-lab” veya “rûznâme” denilen deftere kay-dolarak sıra beklemeleri şartını getiren bu usul bazan ihlâl edilmişse de uzun yıllar düzenli şekilde uygulanmıştır.

Ebüssuûd Efendi’nin şeyhülislâm ol­ması bu kurumu diğer ilmî müessese­lerin üstüne çıkarmıştır. Ondan önce şey­hülislâm maaşı günlük 200 akçe iken îr-şâdü”l-cakli’s-selim adlı tefsirinin bir bölümünü Kanunî Sultan Süleyman’a tak­dim etmesi üzerine Bayezid müderrisli-ğiyle beraber 300 akçe zam yapılarak maaşı günlük 500 akçeye çıkarıldı. Tef­sirini tamamlayınca maaşı 100 akçe da­ha arttırılarak şeyhülislâm yevmiyesi 600 akçe oldu. Böylece şeyhülislâmlık hem maddeten hem de manen kazaskerliğin üstüne çıkarıldı. Ayrıca yüksek seviye­deki müderrislerle mevteviyet kadılarını tayin etme yetkisi şeyhülislâmlara veril­di. Şeyhülislâmlığın önemi artınca ka­zasker, mevleviyet kadıları veya müder­rislerden uygun görülen birinin bu ma­kama gelebilmesi için önce Rumeli ka­zaskeri olması şartı kondu. İlmiye teşki­lâtına çeki düzen veren İlmiye Kanun­nâmesi de muhtemelen Ebüssuûd Efen­di tarafından hazırlanmıştır.[7][334]

Öte yandan ilmiye mesleğindeki ilk bo­zulmalar da Ebüssuûd Efendi’nin şey­hülislâmlığı döneminde görülmeye baş­landı. İstanbul. Edirne ve Bursa’da kadı olanların oğullarının 30 akçeli miftah müderrisliklerine tayinleri ilk defa onun za­manında yapıldı. Torunu ve Mehmed Çelebi’nin oğlu Abdülkerim Efendi, mülâ­zım olduktan sonra dedesine hürmeten hariç müderrisliğiyle Mahmud Paşa Med­resesi müderrisliğine tayin edildi. Bu ta­yin daha sonra bu alandaki olumsuz ge­lişmelere uygun bir ortam hazırladı.

Yirmi sekiz yıl on bir ay şeyhülislâm­lık yapan ve bu arada bazı siyasî olaylar­da ağırlığını hissettiren. Kıbrıs seferinin açılmasını fetvasıyla destekleyen Ebüs­suûd Efendi 5 Cemâziyelevvel 982[8][335] tarihinde vefat etti. Cena­ze namazı Fâtih Camii’nde Kâdî Beyzâ-vî tefsirine haşiye yazan Muhaşşî Sinan Efendi tarafından kıldırılıp Eyüp Camii civarında kendisinin inşa ettirdiği sıbyan mektebinin hazîresine defnedildi. Hare­meyn’de de gıyabında cenaze namazı kı­lınan Ebüssuûd Efendi için birçok mer­siye yazılmış, ölümüne tarihler düşürül­müştür.

Ahmed. Mehmed, Mustafa adlarında üc oğlu ile Hatice, Rahime ve Kerime ad­larında üç kızı olan Ebüssuûd Efendi’­nin oğullarından Ahmed Efendi Şehzade Medresesinde müderris iken 970 (1562-63) yılında yirmi altı yaşında vefat etmiş ve daha sonra babasının gömüldüğü ha-zîreye defnedilmiştir. Diğer oğullarından Mehmed Çelebi Halep kadılığına kadar yükselmiş, Mustafa Çelebi de Anadolu ve Rumeli kazaskerliği yapmıştır. Mahmud Çelebi adlı bir oğlundan daha bah-sedilmekteyse de hakkında yeterli bilgi bulunmamaktadır. Ebüssuûd Efendi, kız kardeşinin oğlu olan Şeyhülislâm Müey-yedzâde Abdülkadir Şeyhî Efendi ile Şey­hülislâm Mâlulzâde Mehmed Efendi’nin kayınpederidir. Bazı kaynaklarda Ali Cemâlî Efendi’nin oğlu Fudayl Çelebi’nin de Ebüssuûd Efendi’nin damatları ara­sında bulunduğu belirtilmektedir.[9][336]

Ebüssuûd Efendi’nin soyu en küçük oğlu Mustafa Celebi ile devam etmiştir. XIX. yüzyılın ortalarına kadar on batın halinde gelen bu aile Hoca Sâdeddin. Ka-raçelebizâde Abdülaziz, Babaî ve Bosna­lı îsâ efendilerle akrabalık bağı kurmuş­tur. Hatta Ebüssuûd’un torunlarına son bağdan dolayı îsâzâdeler de denmiştir. Ailenin en son halkalarından biri de onun­cu batından torunu ve hattat Vahdetî Efendi’nin eşi Ayşe Sıddîka Hanımdır. Bu konuda en önemli kaynaklardan bi­ri, onun torunlarından olan Nuri Bey1 in elindeki 973 (1565) ve 977 (1569) tarih­lerini taşıyan Ebüssuûd’a ait iki ayrı Arap­ça vakfiyedir (M, IV, 97-98)

Ebüssuûd Efendi birçok hayır eseri yaptırmıştır. Eyüp Sultan’daki zaviye, sıb­yan mektebi ve sebilden oluşan külliye­sinde kendi mezarının da yer aldığı aile hazîresi bulunmaktadır. İstanbul’da Ma­cuncu Odabaşı mahallesinde kendi adıy­la anılan bir çeşme ve hamamla İskilip’­te babasının türbesi yanında cami, ima­ret ve mektep inşa ettiren Ebüssuûd Efendi’nin bu külliye ile ilgili 977 tarihli Arapça vakfiyesi İstanbul Evkaf İdare-si’nde kayıtlıdır. Ebüssuûd Efendi ayrıca Kırım’ın Kefe şehrinde bir cami, İnebah-tı’da bir mescidle Şehremini Ereğli ma­hallesinde bir sıbyan mektebi inşa ettir­miştir.[10][337]

Şahsiyeti. Ebüssuûd Efendi kaynaklar­da uzun boylu, ince yapılı, uzun sakallı, güleç yüzlü, vakur, faziletli bir kişi ola­rak tanıtılır ve etrafındakilere oldukça yumuşak davrandığı halde heybetinden meclisinde kimsenin ağzını açamadığı, sözlerinin hürmetle dinlenildiği, müder­risliği sırasında bayram tatilleri dışında dersini asla ihmal etmediği, müftülüğü zamanında her gün yüzlerce fetva ver­mesiyle meşhur olduğu nakledilir.

Kanunî Sultan Süleyman’ın kendisine büyük bir saygı duyduğu ve Süleymani-ye Camii’nin temelini teberrüken ona attırdığı bilinmektedir. Padişahın Sigetvar seferinde İken yolda yazdığı ve has­ta olan Ebüssuûd’un hatırını sorduğu mektubuna, “Halde haldaşım, sinde sin-daşım, âhiret karındaşım, tarîk-i hakda yoldaşım Molla Ebüssuûd Efendi Haz­retleri” diye başlaması ve “bende-i hu-dâ Süleyman Hân-i bîriyâ” diye bitirme­si onun padişah nezdindeki itibarını gös­termektedir. Kanûnî’nin oğlu II. Selim de Ebüssuûd’a gereken saygıyı göster­miş, hatta Hurûfîlik’le suçlanan çok sev­diği musahibi Celâl Çelebi’yi onun isteği üzerine saraydan uzaklaştırmıştır. İlim ve fazilet bakımından devrinin en önem­li şahsiyetlerinden biri olduğu halde si­yasî işlere pek müdahale etmeyen Ebüs­suûd Efendi, Kanunî Sultan Süleyman ile münasebetlerinde yeri gelince nük-tedan, yeri gelince de izzetli davranma­sını bilmiştir. Meselâ Ayasofya vakıfları kiracılarının, kira bedellerini ecr-i misle yükseltmekten kaçınarak vakıf dükkân­ların mevcut gelirlerinin giderlere fazla­sıyla yettiğini, bu sebeple kira bedellerinin ecr-İ misle yükseltilmesine ihtiyaç bulunmadığını padişaha arzetmeleri ve padişahın da gerekti meşverette bulu­narak kiracıların istekleri doğrultusun­da ferman vermesi üzerine Ebüssuûd Efendi’nin, “Olmaz! Emr-i sultanî ile, nâ-meşrû olan nesne meşru olmaz; haram olan nesne helâl olmak yokdur”[11][338] demesi ilminin yüceliğini korudu­ğunun en önemli delillerinden biridir. Öte yandan Nâmık Kemal Evrâk-ı Perîşân’-da onu padişahın huzurunda hoşa gide­cek şeyler söyleyen bir “müdafiin” ola­rak vasıflandırır. Bazı tarihçiler, haklı bir sebeple gücendiği Arabzâde Muhyiddin Efendi’yi bütün ricalara rağmen Bursa’-ya sürgün eden Ebüssuûd’u makamını korumakta haris ve sert olmakla itham etmişler ve İbn Kemal’deki zarafetin ken­disinde bulunmadığını ileri sürmüşlerdir.[12][339]

Ebüssuûd Efendi Kanunî Sultan Süley­man, II. Selim, III. Murad ve III. Mehmed devirlerinde şeyhülislâmlık, kazaskerlik yapan ve diğer ilmî mevkilerde bulunan birçok âlimin hocası olmuştur. Şeyhülis­lâm Mâlulzâde Seyyid Mehmed, Abdül-kadir Şeyhî, Hoca Sâdeddin, Bostanzâde Mehmed ve Sun’ullah efendilerle Bos­tanzâde Mustafa, Cenâbî Mustafa Efen­di, Şair Bakî, Hâce-i Sultanî Atâullah, tez-kireci Âşık Çelebi ve Kınalızâde Hasan Çelebi, Ebülmeyâmin Mustafa Efendi ve Ali Cemâlî Efendi’nin oğlu Fudayl Çelebi gibi âlimler bunlar arasında sayılabilir.

Şeyh Bedreddin’in Varidatına şerh ya­zan irfan sahibi bir Bayramî şeyhinin oğ­lu olan Ebüssuûd Efendi babasının yo­luna ilgi duymadığı gibi tasavvufla bilgi seviyesinde dahi meşgul olmamış, kelâm ve felsefe konuları da yeterince alâkası­nı çekmemiştir. Onun tasavvufa bakışı klasik bir zahir ulemâsından farksızdır. Tekkelerde Yûnus Emre’nin şiirlerinin okunmasını “küfr-i sarîh” görecek ka­dar katı bir tutum içinde olması, sûfîle-rin devranını “kâfirlerin horoz tepmesi” olarak nitelendirmesi ve onları kâfirlere benzemekle itham etmesi, devranı iba­det olarak gören sûfîlerin mürted oldu­ğunu beyan eden fetvası[13][340], Ebüssuûd’un tasavvuf ve muta­savvıflar hakkındaki düşüncelerini gös­termesi bakımından önemlidir. Öte yan­dan Âlî’nin onu tasavvufa intisap etme­diği için eleştirmesi haksız bir davranış­tır. Evliya Çelebi’nin. Ebüssuûd’un baş­langıçta safîlerin aleyhinde iken Kanûnfnin huzurunda Şeyh İbrahim Gülşenî tarafından irşad edildiği ve sûfîler aley­hindeki görüşlerini değiştirdiği yolunda­ki rivayeti doğru değildir. Çünkü İbrahim Gülşenrnin ölüm tarihi (940/ 1534), Ebüs­suûd’un haklarında şeriata aykırı görüş­lere sahip oldukları iddiasıyla idam fet­vası verdiği üç şeyh. İsmail Ma’şükl (ö. 945/1538), Muhyiddin Karamânî (ö 957/ 1550) ve Hamza Bâlî’nin (o. 969/1561-62) vefat tarihlerinden öncedir.

Ebüssuûd Efendi devrin geleneğine uyarak Türkçe ve Arapça bazı şiirler ka­leme almışsa da onda bir sanat kabili­yeti olduğunu söylemek oldukça güçtür. Arapça şiirlerinin en tanınmışı, Ebü’1-Alâ el-Maarrî’ye muâraza niyetiyle kaleme aldığı el-Koşîdetü’1-mîmiyye’öir. Ken­disine sorulan sorulara aynı dil ve üslûp­la cevap vermesi, ayrıca tefsiri ve Arap­ça fetvaları onun bu dile hâkimiyetini göstermektedir. Oğullarından biri ve Ka­nunî için kaleme aldığı iki Türkçe mer­siye ile gençliğinde yazdığı bir manzu­meden, şiire pek kabiliyeti olmasa da bazı hissî parçalar yazdığı anlaşılmakta­dır. Türkçe nesirde zamanın en ağır üs­lûbundan en sade ifadesine kadar çeşit­li üslûplar kullanan Ebüssuûd Efendi’­nin Kara Ahmed Paşa’ya sadâret tebri­ki için yazdığı mektubun üslûbu eski in­şâ hünerlerine örnek olabilecek kadar ağdalı, oğlu Ahmed Efendi’ye yazdığı tez-kiresiyle Durîndme’sİnin dili ise olduk­ça sadedir.

Hukuk Alanındaki Hizmetleri. İlmiye ve devlet teşkilâtında altmış yıl kadar görev yapan Ebüssuûd Efendi’nin en önemli hizmetleri hukuk alanında yaptığı çalış­malardır. Ebüssuûd, hem şer’î hukukun gölgesinde örfî hukukun ve kanunlaştır­manın gelişmesine imkân hazırlaması, hem de İslâm hukukunun klasik devri­ne ait görüşleri yorumlayarak dönemi­nin problemlerine çözüm getirmesi özel­liğiyle İslâm ve Osmanlı hukuku alanın­da önemli hizmetler yapmıştır. Bugün elde bulunan fetva koleksiyonları ve ri­saleleri, onun doktriner ve geleneksel bir hukuktan ziyade pratik değeri olan ve değişen şartlara göre farklı çözüm­ler üretebilen bir hukuk anlayışına sahip olduğunu göstermekte ve bu ona diğer Osmanlı şeyhülislâmları arasında farklı bir yer kazandırmaktadır. Uzun yıllar il­miye ve devlet teşkilâtında görev yapan, medresede okutulan klasik fıkıh litera­türünün yanı sıra içtimaî şartları, devle­tin yapısını ve işleyişini ve günlük prob­lemleri de yakından tanıma imkânı bu­lan Ebüssuûd Efendi, karşılaşılan problemleri Hanefî mezhebi içindeki farklı gö­rüş ve yorumlar arasında tercih ve tah-rîcler yaparak çözmeye çalışmıştır. Bu yönüyle onun, Hanefî hukukçularının yap­tığı müctehidler tasnifi içinde[14][341] “ashâbü’t-tahrîc” ve “ashâ-bü’t-tercîh”, hatta biraz zorlama ile “me­selede müctehid” grubu içinde yer aldı­ğı söylenebilir. Gerek devletin örfî hu­kuk olarak anılan alandaki tasarrufları­nın şer’î hukukla ilgi ve dengesinin ku­rulmasında, kanunnâmelerin hazırlanma­sında, gerekse şer’î mahkemelerin ça­lışma ve yazışma esaslarının düzene konulmasında da önemli hizmetleri olmuş­tur. Kanunî Sultan Süleyman’ın hukukî ıslahat ve düzenlemelerinde Ebüssuûd Efendi’nin büyük payı vardır.

Osmanlı toplumunda kanun önünde eşitliğin, hukukun tatbikinde birlik ve düzenin sağlanabilmesi amacıyla uygu­lanan resmî mezhep politikası Ebüssuûd Efendi döneminde daha titizlikle takip edilmiş, yargılamada ve fetvalarda Ha­nefî mezhebinin esas alınma ilkesi kadı ve müftülerin beratlarında açıkça ifade edilmeye başlanmıştır. Ebüssuûd Efen­di’nin. kadıların Hanefî mezhebi içinde­ki yerleşik ve sahih görüşle amel etme­si gerektiği, çok zayıf görüşle amel et­meleri halinde hükmünün geçerli olma­yacağı yönündeki fetvası[15][342] veya Şâfiîler’in kendilerine Şâfıî fıkhının uygulan­ması yönündeki özel ve ferdî talepleri­ni ve kadıların da bu yönde hüküm ver­melerini doğru bulmaması veya Şafiî kavliyle amel etmenin yasaklandığını be­lirtmesi[16][343], ülkede kazâî bir­liği ve kanun önünde eşitliği sağlama gayesine yöneliktir. Çünkü özellikle aile hukuku alanında diğer fıkıh mezheple­rinin farklı hükümlerinden faydalanabil­mek için mahkemede ileri sürülen böyle bir gerekçenin kabul edilmesinin ve uy­gulanacak hukuku belirlemenin fertlere bırakılmasının ülkedeki hukukî istikrarı ciddi ölçüde ihlâl etmesi mümkündü.

Ebüssuûd Efendi’nin yargılamada ve fetvada Hanefî mezhebinin yerleşik gö­rüşlerinin esas alınması hususunda titiz­lik göstermesi, mutaassıp bir Hanefî ol­masına değil yukarıda zikredilen amaç ve gerekçelere dayandığından, sosyal şart ve ihtiyaçlar değiştiğinde mezhepte yer­leşik görüşlerden vazgeçip sistem için­de farklı çözüm arayışlarına gittiği de görülür. Nitekim Hanefî mezhebindeki, bulûğa eren kızların velilerinin izin ve­ya İcazetini almadan evlenebilecekleri şeklindeki hâkim görüşten Ebüssuûd döneminde vazgeçilmiş, İmam Muham-med’in bu konudaki tercihi benimsene­rek kızların ancak velilerinin İzniyle ev­lenebilecekleri görüşü kabul edilmiş, kadıların velinin İznini almadan nikâh kıy-malan veya buna izin vermeleri yasaklan­mıştır[17][344]. Ebüssuûd Efen­di’nin, nikâhların ancak kadıların izin ve bilgileri dahilinde kıyılması konusunda titizlik göstermesi, kadıların izni olma­dan evlenen kimselerin ileride ortaya çı­kabilecek bu nikâhla ilgili ihtilâf ve ta­leplerinin mahkemece dinlenmeyeceği­ni beyan etmesi, akıl hastalığının tefrik sebebi olmasına imkân tanıması[18][345], kahve içmenin cevazına, ibret gö­züyle seyretmek şartı ile gölge (karagöz) oyununun meşru olduğuna fetva verme­si ve birçok konuda Hanefî mezhebi için­deki farklı görüşlerden faydalanmaya imkân tanıması, onun fıkhı hüküm ve fetvalarda sosyal şart ve ihtiyaçları göz önünde bulundurduğu, müctehidlere ait görüşler arasında tercih yaptığı, klasik literatürde yerleşik kuralları yorumlaya­rak yeni meselelere uygulamakla birlik­te hukukta sistem ve istikrarı da boz­mamaya özen gösterdiği şeklinde açık­lanabilir.

Ebüssuûd Efendi’nin, İslâm hukuku­nun açık hüküm ve ilkelerine aykırı uygulamalara karşı çıktığı, meselâ müste’-menlerin (İslâm ülkesinde geçici süreyle bulunmasına izin verilmiş gayri müslim-ler) şahitliği konusunda padişahın ver­miş olduğu bir müsaadeye. “Nâmeşru olan nesneye emr-i sultanî olmaz” diye­rek itiraz ettiği de bilinmekle birlikte şer’î hukuka aykırı olmadığı sürece dev­letin ve toplumun ihtiyaçları gereği ya­pılan idari tasarrufları desteklemesi, hat­ta zaman zaman İslâm hukuk doktrini içindeki farklı görüş ve temayüllerden insanların ihtiyacına en uygun olanını tercih etmesi, onun hukuk alanında ye­teri ölçüde uzlaşmacı ve yumuşak bir tavır sergilediğini gösterir. Ebüssuûd Efendi’nin, menkul malların ve para vak­fının cevazı ve vakıf paraların “muâme-le-i şer’iyye” usulü ile işletilmesi konu­sundaki yaklaşımı, hem onun bu yönü­nü hem de fıkhı meselelerdeki ictihad ve tercih gücünü göstermesi bakımın­dan dikkat çekicidir.[19][346]

Anadolu Kazaskeri Çivizâde Muhyid-din Mehmed Efendi. Ebüssuûd’un para vakfına cevaz veren fetvasına karşı çık­mış ve 94S (1538) yılında padişaha da tesir ederek para vakfını yasaklayan fet­vasını “hükm-i şerif” haline getirmişti. Ayrıca daha evvel bu tür vakıfların caiz olduğunu söyleyen Ebüssuûd’u da şid­detli bir şekilde tenkit etmişti[20][347]. Ebüssuûd Efen­di de Risale iî vakû’l-menkûl ve’n-nukûd adlı meşhur risalesinde menkul malların vakfının İmam Şafiî tarafından hiçbir kayda bağlı olmaksızın, Ebü Yû­suf tarafından hakkında nas varit olmak şartıyla. İmam Muhammed tarafından ise hukukî örf ve teamüllerin kabul et­mesi şartıyla caiz görüldüğünü, İmam Züfer’in de para vakıflarını kayıtsız şart­sız caiz gördüğünü naklettikten sonra para vakıflarında İmam Muhammed’in görüşünü takip etmenin en isabetli yol olduğunu, zira bu hukukçunun içtiha­dında belli bir taşınırı kastetmediğini, teamül olduğu takdirde para vakfının da bu gruba girebileceğini, kendi zama­nında da böyle bir teamülün oluştuğu­nu ve dolayısıyla böyle bir vakfın caiz bu­lunduğunu, öte yandan bu tür vakıflar­da mislin bekâsının vakfedilen malın ay­nının bekası hükmünde sayılabileceğini, bu sebeple ikraz edilen paraların aynı­nın değil mislinin vakfa geri dönmesi­nin bir mahzur teşkil etmeyeceğini söyleyerek kendi fetvasını savundu. Ebüs­suûd Efendi’nin bu görüşlerine İmam Birgivî de karşı çıkmış ve 979 (1572) yı­lında es-Seyfü’ş-sârim fî ‘ademi cevö-zi vakfi’l-menkûl ve’d-derâhim adlı risalesini kaleme almıştır. Ancak uygu­lama Ebüssuûd’un fetvası istikametin­de gelişmiş ve daha sonra bu yönde bir hüküm de çıkarak onun fetvası kanun haline gelmiştir. Ebüssuûd Efendi’nin fıkhî meselelerde devrin şart ve ihti­yaçlarına göre ictihad, yorum ve tercih yapabilme gücü onun vakıfların istib-dâli, vakıflarda icâreteyn usulünün ce­vazı, devlet vakıfları demek olan irsâdî vakıfların meşruiyeti, vakıf kiracıla­rının gedik (süknâ) haklarının tanınması yönündeki fetvalarında da görülür.[21][348]

Ebüssuûd Efendi Osmanlı arazî huku­kundaki hizmetleriyle de dikkati çekmek­tedir. Osmanlı Devleti’nde ziraat toprak­larının büyük bir bölümü çıplak mülki­yeti (rakabe) devlete ait, tasarruf hakkı ise şahıslara devredilmiş bulunan mîrî araziden oluşmaktaydı. Osmanlı Devle­ti’nde toprakların başlangıçtan itibaren var olan bu hukukî statüsünün şer’î hu­kukun mülkiyet, miras, öşür ve haraçla ilgili klasik esaslarına uygun olup olma­dığı yönünde ortaya çıkan tereddütler, Ebüssuûd Efendi’nin çabaları ve bu ko­nuda getirdiği birtakım şer’î açıklama­larla bir hayli açıklığa kavuşturulmuştur. Buna göre Osmanlılar tarafından fethe­dilen ülkelerin kasaba ve köylerinde ev, dükkân, bağ ve bahçeler buradaki sa­kinlerin mülkleri olup bunlarda diledik­leri gibi tasarrufta bulunabilirler. Ziraat topraklan ise yine eski sahiplerine bıra­kılmakla birlikte bunların çıplak mülki­yeti devlete verilmiş, yalnız tasarruf hak­kı sakinlere devredilmiştir. Devlete ait toprakların bir nevi kiracısı veya muta­sarrıfı kabul edilen çiftçilerin çeşitli isim­ler altında Ödedikleri vergiler de klasik doktrindeki haraç vergisinin değişik şe­killerinden ibarettir[22][349]. Muta­sarrıf öldüğünde sahip olduğu tasarruf hakkı bedelsiz olarak erkek çocuğuna geçer.

Ebüssuûd Efendi’ye göre Osmanlı Dev­leti’nde mîrî arazi ve timar sisteminin temelini, Hanefîler dışındaki hukukçula-nn savaş yoluyla fethedilen araziler hak­kında ortaya koydukları “müslümanlara vakıf”, yani rakabesi devlete ve tasarruf hakkı da bazı malî mükellefiyetler kar­şılığında reayaya devredilen arazi görüşü teşkil etmiştir. Selçuklular zamanın­dan beri “arâzî-i memleket, arâzî-i sul­tân, arâzî-i havz” adlarıyla mevcut olan bu nizam Osmanlı Devleti’nde mîrî arazi adıyla var olmuş ve kuruluştan itibaren malî ve askeri hayatın temelini teşkil et­miştir. Ancak Kanunî Sultan Süleyman’ın isteğiyle Ebüssuûd’un bu hukukî esas­ları sistemleştirmesi ve “fetvâ-yı şeri­fe” haline getirmesi, daha sonraki dö­nemlerde bütün hukukî düzenlemeler­de bu fetvaların esas alınması mîrî ara­zi rejiminin mimarı olarak onu ön plana çıkarmıştır. Gerçekten Kanunî1 nin son dönemlerinde hazırlanan ve resmî bir müdevvenat olduğu kuvvetle muhtemel bulunan bir kanun mecmuasının başın­da ve araziyle ilgili diğer kanun mecmu­alarında Ebüssuûd Efendi’nin fetvala­rı daima yer almıştır[23][350]. Aynı şey, Ebüssuûd Efendi’nin kazasker olarak ve il yazıcısı sıfatıyla tahrir ettiği Budin sancağı tahrir defteri başındaki kanunnâme ve II. Selim devrinde tahriri yapılan Selanik, Manastır ve Üsküp san­cakları defterlerinin başında yer alan fetva tarzındaki kanunnâme için de söz ko­nusudur.

Kanunî devrine ait olduğu ileri sürü­len ve “kânûn-i cedîd” adıyla bilinen ka­nunnâme aslında sonraki dönemlerin ürünüdür. Zira kanunnâme nüshalarının büyük bir kısmı 1084 (1673) tarihli bir fermanla bitmektedir. Ayrıca içinde Ka-nûnî’den yıllarca sonra yaşamış olan Ze-keriyyâzâde Yahya Efendi gibi şeyhülis­lâmlara, Hamza Paşa gibi nişancılara ait fetva ve kanun hükümleri de vardır. Ka­nunnâmeye Kanunî döneminin ürünü gibi bakılmasının sebebi, temelini teş­kil eden mukaddime kısmının Ebüssu­ûd Efendi’nin fetvalarından oluşmasıdır. Gerçekten bu mukaddimede yer atan dokuz fetvadan biri İbn Kemal’e, kalan sekiz tanesi Ebüssuûd Efendi’ye aittir.

Ebüssuûd Efendi’nin arazi hukuku alanındaki bu çalışmaları, bazı araştır-macılarca örfî hukukun ön plana çıkarılıp şer’î hukukun geri plana itilmesi olarak değerlendirilmiştir. Ömer Lütfi Barkan bunların başında gelir. Bu de­ğerlendirmede, İslâm hukukunun sosyal hayatı düzenleme biçimini dikkate almamanın etkisi vardır. İslâm hukuku, fethedilen toprakların hukukî statüsü­nü belirleme konusunda devlet başka­nına takdir hakkı tanımıştır. Hz. Ömer devrinde Irak topraklarının gazilere ga­nimet olarak dağıtılmayıp mülkiyetinin devlette alıkonulması bu yetki çerçe­vesindedir. Bu sebeple Osmanlı Devleti tarafından ziraat topraklarının büyük bir kısmının mîrî topraklar olarak dü­zenlenmesi, şer’î hukukun ikinci plana itilmesinin değil onun devlet başkanına tanımış olduğu yetkinin sonucudur. Gi­rit’in fetihten sonra farklı bir statüye bağlanması ve İslâm hukuku hükümle­rine uygun olarak mülk-harâcî toprak statüsünde düzenlenmesi, mîrî arazi statüsünde düzenlenen diğer toprakla­rın İslâm hukukuna aykırı olarak tan­zim edildiği ve bu tanzimle devlet baş­kanının İslâm hukukuna aykırı tasar­rufta bulunduğu anlamına gelmez. Gi-rit’in stratejik konumu, tarım arazisi olarak çok önemli bir yer işgal etmeme­si ve halkın Osmanlı İdaresine bir an ön­ce ısındınlması zarureti bu toprakların diğerlerinin aksine mülk-harâcî olarak düzenlenmesini gerekli kılmıştır. Mîrî arazi sistemine karşı mülkî arazi siste­mini savunan görüşlerin Ebüssuûd son­rası dönemde ağırlık kazanması da bu uygulamada etkili olmuş olabilir.

Öte yandan Ebüssuûd Efendi, sadece mîrî arazi sisteminin esaslarını mer’î İs­lâm-Osmanlı hukuku çerçevesinde be­lirlemekle yetinmemiş, çift akçesi, on­dalık, dönüm akçesi ve benzeri vergile­rin hangi dinî-hukukî esaslara dayandı­ğını ortaya koymak için Öşürle ilgili bir risale kaleme almıştır.

Tefsir İlmindeki Yeri. Osmanlı dönemin­de yetişen tefsir âlimlerinin çoğu Kur-an’ın tamamını tefsir etmeyip daha ön­ce yazılan tefsirlere haşiye veya ta’lik yazmakla yetinmişlerdir. Kur’ân-ı Ke-rîm’in bütününü tefsir edenlerin başın­da yer alan Ebüssuûd Efendi’nin “sul-tânü’l-müfessirîn, hatîbü’l-müfessirîn, hâtimetü’l-müfessirîn” gibi unvanları onun tefsir ilmindeki yerini belirleme­si bakımından önemlidir. Arapça olarak kaleme aldığı ve Kanunî Sultan Süley­man’a sunduğu İrşâdü’l-‘akii’s-selim İlâ mezâya’l-Kitâbi’l-Kerîm adlı ese­rinde Ebüssuûd Efendi Kur’an’ın Kur’an ve hadisle tefsirine önem vermiş, esbâb-ı nüzul, nesih, kıssalar, fıkhî ve kelâmî meseleler, dil, kıraat, İsrâiliyat, muhkem ve müteşâbih gibi konular üzerinde dur­muştur. Şiirle istişhâd yolunu kullanmış, belagat ve i’câz, âyetler arasındaki mü­nasebetler gibi tefsir ilminin incelikle­rini ele almıştır. Ehl-i sünnet akîdesi-ne sıkı sıkıya bağlı kalması, zekâ ürünü buluşlarının çokluğu, âyetler arasında­ki tenasübün mükemmel şekilde ince­lenip açıklanmış olması sebebiyle onun eserinin Zemahşerrnin el-Keşşât, Bey-zâvî’nin Envârü’t-tenzîl adlı tefsirlerin­den daha üstün olduğunu söyleyenler de vardır. Esasen Ebüssuûd Efendi de Ze-mahşerîve Beyzâvî’nin tefsirlerine hay­ranlık duyduğunu belirtmiş ve bu iki eserle Râzfnin Mefâtîhu’l-ğaybve Ne-sefî’nin el-Medârik’inden geniş ölçü­de faydalanmıştır.[24][351]

Eserleri

 

A- Tefsir.

1- trşâdü’î- akli’s-se-lîm. Türkiye kütüphanelerinde birçok yazma nüshası bulunan eser sekiz cilt[25][352], üç Cilt[26][353], İki cilt[27][354] ve beş cilt[28][355] halinde olmak üzere çeşitli zamanlarda basılmıştır.

2- Mocâkıdü’t-tarrâf fî ev­veli sûreti’1-Feth minel- Keşşaf. Zemah-şerî’nin el – Keşşaf ad tefsirinin Feth sü­resiyle ilgili bölümünün hâşiyesidir.[29][356]

3- Tefsîru sûreti’I-Fur-kân.[30][357]

4- Tefsîru sureti’J-Müzminin.[31][358]

5- Risale iî bahsi îmâni’l-Fir’avn. Firavundun ima-nıyla ilgili olup son nefesinde iman eden kimsenin imanının sahih olduğunu söy­leyen âlimlere karşı yazdığı bir reddiye­dir.[32][359]

B- Hukuk.

1- Fetâvâ-yı Ebüssuûd Efen­di. İstanbul kütüphanelerinde Ebüs­suûd Efendi’ye nisbet edilen fetvaların derlenmesiyle meydana gelmiş birçok fetva mecmuası vardır[33][360]. M. Ertuğrul Düzdağ, Millet[34][361] ve Beyazıt Devlet[35][362] kütüp­hanelerinde bulunan Ebüssuûd Efendi’-ye ait iki fetva mecmuasını yeniden dü­zenleyerek yayımlamıştır.[36][363]

2- Ma’rûzât. Ebüssuûd Efendi’-nin Kanunî Sultan Süleyman’a arzetmiş olduğu fetvalardır. Padişahın iradesi alın­dığı için kadıları bağlayan ve uyulması mecburi hale gelen bu fetvalar, muhte­melen Ebüssuûd Efendİ’nin ölümünden sonra Şeyhülislâm Hâmid Efendi tara­fından toplanarak II. Selim’e yeniden ar-zedilmiş ve uzun yıllar mahkemelerde yürürlükte kalmıştır. Millî Tetebbûlar Mecmuası’nûa eksik bir nüshası neş­redilen eserin (II, 337-348) daha tam bir nüshası Almanca tercümesiyle birlikte Paul Horster[37][364] ve Ahmet Akgündüz tarafın­dan[38][365] yayımlanmıştır.

3- Arazî-yi Harâciyye ve Öşriyye Hakkında Kanun ve Fet­valar. Kanunnâme, Kânûnü’l-mua­melât adlarıyla da kaydedilen bu eser, Ebüssuûd Efendi’nin Osmanlı mîrî arazi hukukunun temelini teşkil eden on ka­dar uzun fetvası veya bu fetvaların mu­kaddimesini teşkil ettiği “kânün-ı ce-dîd” nüshalarıdır. Tamamı Ahmet Ak­gündüz tarafından neşredilmiştir.[39][366]

4- Risa­le iî vakii’l-menkûl ve’n-nuküd. Mev-kiîü’l-‘ukül iî vakti’1-menkûl veya Ri­sale iî cevâzi vakfi’n-nuküd gibi ad­larla da anılan bu Arapça risalede ta­şınır malların ve paranın vakfedilmesi konusu ele alınmıştır. Risale İstanbul’­da tarihsiz ve taşbasması olarak yayım­lanmıştır[40][367]. Bu ese­rin Para Vakiı ile Alâkalı Risale ve Fet­valar adlı Türkçe bir nüshası daha var­dır.[41][368]

5- Bidâ’atü’l-kâ-dî H-ihtiyâcihî iii-müstakbel ve’l-mâ-zî. Osmanlı kadılarının uyması gereken usul ve erkânı anlatan önemli bir risale­dir.[42][369]

6- Fetâ-vâ Kâtiblerine Tenbih. Fetva müsevvid-lerinin uyması gereken kurallarla ilgili bir risaledir.[43][370]

7- el-Fetva’l-müteallika bi – beyâni’l – vakti’l – mu’-tebere li’1-hasâd ve istihkâki’1-gal-lât. Osmanlı hukukunda araziden alı­nan ürünlerin hasat vakitleriyle vergi tahsil zamanlarını anlatan ve daha son­ra kanunnâmelerin temel kaynağı ha­line gelen bir fetvanın hem Arapça’sı hem de Türkçe’si mevcuttur.[44][371]

8- Gamezâtü’l-melih iî ev­veli mebâhisi kasn’l-câmm mine’t-Telvîh. Hanefî hukukçusu Sadrüşşerîa Ubeydullah’ın et-TavzSh Cale’t-Tenkîh adiı fıkıh usulüne dair eserine Seyyid Şe-rîf el-Cürcânî tarafından et-Telvîh adıy­la yapılan haşiyeye Ebüssuûd Efendi ta­rafından yazılmış bir ta’liktir.[45][372]

9- Sevâkibü’î – enzâr iî evâ’i-H Menâri’l-envâr. Hanefî hukukçusu Ebü’l-Berekât en-Nesefî’nin usûl-i fık­ha dair Menârü’l-enva r adlı eserinin ilk kısımlarının Arapça şerhidir.[46][373]

10- Hasmü’l-hilâf ii’1-mesh cale’l-hifâf. Ebüssuûd Efen­di’nin. oğlu Mustafa Çelebi için yazdığı mest üzerine mesh ile alâkalı bir risale­dir.[47][374]

11- Risale iî vakii’l-arâzî ve ba’zı ahkâmi’1-vakf. Osmanlı arazi hukuku­nu, arazinin nasıl vakfedileceğim ve özel­likle irsâdî vakıfları konu edinen bir ri­saledir. Bazı kütüphane kayıtlarına Ri­sale iî taksimi’i-arazî diye de geçen bu risalenin Türkçe’si de vardır.[48][375]

12- Risâ-7e fî tescili 1-evkâi. Özellikle nakit pa­ra vakıflarının tesciliyle vakfının tamam­landığını anlatmak için kaleme alınmış­tır.[49][376]

13- Risale fî vakfi’t-tavâhîn V le’î-arzi’l-mevkuf e li’i-ğayr. Başkası­na ait vakıf arazi üzerinde bulunan de­ğirmenlerin vakıf yapılıp yapılmayaca­ğının tartışıldığı bir risaledir.[50][377]

14- Öşür Hakkında Risale. Osmanlı ver­gi hukukunun şer’î esaslannı açıklayan bu risale Ahmet Akgündüz tarafından neşredilmiştir[51][378] Ebüssuûd Efendi ayrıca Burhâneddin el-Mergînânî’nin meşhur eseri eJ-Widdye’nin birçok bölümüne ta’lik ve haşiyeler yazmıştır.[52][379]

C- Dil ve Edebiyat.

1- Ğalatât-ı Ebüs-su’ûd {Ğalatât-ı cAvâm). Risale iî taşhihi’l-elîâzi’l-mütedâvile beyne’n-nâs ve Sakatâti’l-‘avâm adlarıyla da kay­dedilen bu risale halk arasında yanlış kullanılan bazı kelimelere dairdir[53][380], Eser Mus­tafa Şevket tarafından şerhedilmiştir[54][381].

2- el-Kaşîdetü’1-mîmiyye.[55][382] Dok­san küsur beyitten meydana gelen bu kasideye İzzeddin Abdülazîz ez-Zemze-mî, Muslihuddîn-i Lârî ve Ümmüveled-zâde’nin oğlu AH Efendi nazire. Abdur-rahman Alemşah, Garsüddin Ahmed b. İbrahim el-Halebî ve Radiyyüddin Mu-hammed b. İbrahim el-Halebî gibi âlim­ler şerh yazmışlardır.[56][383]

3- el-Kaşâİdü’l -‘Arabiyye. Ebüssuûd Efen-di’nin çeşitli Arapça kasidelerini toplayan bir mecmuadır.[57][384]

4- Kasîde fî risâi’s-Sul-tân Süleyman. Kanuniye yazdığı Türk­çe mersiyedir.[58][385]

5- Münşeat-1 Ebüs­suûd. Ebüssuûd’un resmî mensur ya­zılandır.[59][386]

Ebüssuûd Efendi’nin ayrıca akaidedair Risale fî beyâni’1-kazâ ve’î-kader[60][387], tıbba dair Risale îi-ecli’t-tâûn[61][388] adlı iki risâlesiyle Vezir Semiz Ali Paşa’nın arzusu üzerine kale­me aldığı duanın önemini anlatan, bir mukaddime ve yedi babdan meydana gelen bir dua mecmuası vardır. Duânâ-me-i Ebüssuûd, Risale ü ed’iyeti’1-me’-sûre, Risâle-i Mergûbe ve Mecmûa-i Deavât adlarıyla anılan bu eserde dua­lar sade bir dille Türkçe’ye tercüme edil­miştir.[62][389]

Bibliyografya:

Ebüssuûd Efendi, Risale fî vakfı I- menkûl ue’n-nuküd, Süleymaniye Ktp., Yçnicamİ, nr. 676, vr. 156a-165b; a.mlf. Öşür Risalesi, Sü­leymaniye Ktp., Reşid Efendi, ur. 1036, vr. 33b-37″; a.mlf., İrşâdü’l-akli’s-selîm, Kahire, ts., I, 4; Ebüssuûd Efendi’nin Fetuası ve Çivizâde’-nin Reddiyesi, Süleymaniye Ktp., Reşid Efen­di, nr. 1177, vr. 158a-161b; Mâverdî. el-Ahkâ-mü’s-sultâniyye, s. 131 vd.; İbn Hallikân, Ve-feyât, II, 119-124; BirgivT, es-Şeyfü’s-sârim fî ‘ademi ceuâzi uakfi’I-menkûl ve’d-derâhim. Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 1581, vr. 218b-249b; Ayderûsî, Târîhu’n-nûri’s-sâftr can ahbâri’l-karni’!-câşir, Beyrut, ts., s. 215 vd.; Hısım Ali. el-‘İkdü’l-manzum fi zikri efâdıli’r-Rûm, Beyrut 1975, s. 440 vd.; Taşköprizâde. eş-Şekâ’îk, Beyrut 1975, s. 206-207; Mecdî. Şekâİk Tercümesi, 1, 349-351; Ahdî, Gülşen-i Şuarâ. İÜ Ktp., TY, nr. 2604, vr. 19a; Selânikî, Târih (İpşirli), I, tür.yer.; Atâî, Zeyl-İ Şekâİk, 11, 63, 71-78, 83, 88, 97-98, 170, 178, 183-188, 259, 275, 560; Peçuylu İbrahim, Târih, 1, 55 vd.; Â!î. Künhul-ahbâr, İÜ Ktp., nr. 5959, vr. 166″ vd.; Keşfü’z-zunûn, I, 509, 526; II, 898, 1347, 1480, 1826, 1919, 2036, 2040; Evliya Celebi, Seyahatname, I, 401-402; Hezârfen. Telhîsü’l-beyan fî kau&nîn-i Ai-i Osman, İSAM Ktp., nr. 11301, vr. 142a; Müstakimzâde, Deu-hatü’i-meşâyih{nşr. Ziya Kazıcı), İstanbul 1978, s. 23-24; Leknevî, ei-Fevâ* idü’l-behiyye, s. 81, 205; Hediyyetü’l-‘âriftn, II, 247; Âlüsî, Rûhu’l-me’ânî, XXVIII, 21; Sicitl-i Osmânî. I, 169-170; İtmiyye Salnamesi, s. 376-386; Vâmık Şükrü. Târfh-i Eukâf-ı Ümem, İÜ Hukuk Fakültesi Ktp., IV, 139, 178, 212, 229, 299, 3!4, 331, 356, 392, 393, 395, 397, 398, 403, 415, 416, 417, 422, 437, 489, 720; VI, 127, 516, 640, 658, 676, 741; VII, 382; Mecmuâ-i Asar, İstanbul 1914, I, 401-402; Cevdet Bey. Tefsir Tarihi, İs­tanbul 1927, s. 140 vd.; Ergun, Türk Şairleri, III, 1198, 1204; Danişmend, Kronoloji, 11, 417-418; V, 114-115; Barkan. Kanunlar, s. XL-XLI; H. Ritter, Ayasofya Kütüphanesinde Tefsir İl­mine Ait Yazmalar (Arapça), İstanbul 1945. s. 78 vd.; Uzunçarşılı, İlmiye Teşkilâtı, s. 235; Hüseyin Nihal Atsız. İstanbul Kütüphaneleri­ne Göre Ebüssuûd Bibliyografyası, İstanbul 1967; Abdullah Aydemir. Büyük Türk Bilgi­ni Şeyhülislâm Ebüssuûd Efendi ue Tefsirde­ki Metodu, Ankara 1968; Abdülkadir Altunsu, Osman/ı Şeyhülislâmları, Ankara 1972, s. 28-34; Bilmen, Tefsir Tarihi, II, 652-665; M. Er-tuğrul Düzdağ, Şeyhülislâm Ebüssuûd Efendi Fetvaları Işığında 16. Asır Türk Hayatı, İstan­bul 1983; Ahmet Akgündüz, İslâm Hukukun­da ue Osmanlı Tatbikatında Vakıf Müesse­sesi. Ankara 1988, s. 358 vd.; a.mlf.. Osman­lı Kanunnâmeleri, İstanbul 1990-93, I; IV; VI, tür.yer.; İsmail Safa Üstün. Heresy and Legi-timacy in the Ottoman Empire in the Sixteen Century (doktora tezi, 1991), üniversity of Man-chester, Department of Middle Eastern Studies, tür.yer.; Suûd. “Şeyhülislâm Ebüssuûd Efen­di Merhumun Tercüme-i Hâli”, Beyânü’l-Hak. sy. 42, İstanbul 1326, s. 931-933; sy. 43 (1328), s. 943-948; Yusuf Ziya Yörükân, “Bir Fetva Münasebetiyle Fetva Müessesesi-Ebüs­suûd Efendi ve San Saltuk”, AÜİFD, 1/2-3 (1952), s. 137 vd.; M. Tayyib Okiç. “Bir Tenki­din Tenkidi”, a.y., 11/2-3 (19531, s. 280 vd.; M. Tayyib Gökbilgin. “Ebüssuûd Fetvalarında ve XVI. Asır Şer’iyye Sidllâtmda İsbât ve Şahadet”, İTED, lli/3-4 119761, s. 117-132; İs­mail Cerrâhoğlu. “Ebüssuûd ve Tefsiri”, Diya­net Dergisi, XIll/4, Ankara 1974, s. 195-203; Fahri Unan. “XV. ve XVII. Yüzyıllarda Os­manlı Yönetim Kademesi İçerisinde Ebüs­suûd Efendi Ailesi”, TY, Xl/50 (19911. s. 25-29; Cavid Baysun, “Ebüssu’ûd Efendi”, İA, IV, 92-99; J. Schacht. “Abu’l-Sucüd”, El2 (İng.) I, I 52.

[63][328] 30 Aralık 1490

[64][329] Meselâ bk. Sicill-i Osmânî, I, 169; Ayderüsî, s. 215

[65][330] Meselâ bk. Hısım Ali, s. 440 vd

[66][331] Kasım 1533

[67][332] Ağustos 1537

[68][333] Ekim 1545

[69][334] Akgündüz, Osmanlı Kanunnâmeleri, IV, 661-666

[70][335] 23 Ağustos 1574

[71][336] Atâî, II. 186,275; Süüd, S. 946

[72][337] Vâmık Şükrü, IV, 392; VII, 382

[73][338] Süleymaniye Ktp., Reşid Efendi, nr. 1036, vr. 48fl-49b

[74][339] Peçuylu İbrahim, 1, 55

[75][340] Bk Düzdağ, s 85-87

[76][341] Bk. Leknevî, s. 81

[77][342] Akgündüz, Osmanlı Kanunnâmeleri, İV, 50

[78][343] a.g.e., IV, 40

[79][344] a.g.e., IV, 38-39

[80][345] a.g.e., IV, 39

[81][346] Bk. muamele

[82][347] Ebüssu­ûd Efendi’nin Fetvası ve Çivizâde’nin Red­diyesi, Süleymaniye Ktp., Reşid Efendi, nr. 1177, vr. 1583-\6\b

[83][348] Bk. Vakıf

[84][349] Bk. Haraç

[85][350] Barkan, s. XL-XL1

[86][351] Geniş bilgi için bk. İrşadü’i-akü’s-seıim

[87][352] İstanbul 1294, 1307, 1308; Kahire 1284, 1307, 1308, 1324

[88][353] Kahire 1347

[89][354] Kahire 1275

[90][355] Riyad 1974

[91][356] Yaz­ma nüshaları için bk. Stileymaniye Ktp., Fâtih, nr. 5374/4, vr. 146-154, Bağdatlı Vehbi Efendi, nr. 2035/3, vr. 20-26, Lâle­li, nr. 3711, vr. 41-46; Beyazıt Devlet Ktp., Bayezid, nr. 8025

[92][357] Süleymaniye Ktp., Süleymaniye, nr. 1026/3, vr. 20-49

[93][358] Süleymaniye Ktp., Süleyma­niye, nr. 1026/4, vr. 50-83

[94][359] Süleymaniye Ktp., Pertevniyal Sultan, nr. 930

[95][360] Yazma nüshala­rı için bk. Atsız, s. 28-33; Düzdağ, s. 27

[96][361] Ali Emîrî, nr. 80

[97][362] nr. 2757

[98][363] İstanbul 1972, 1983

[99][364] Zur An.wend.ung des İsla-misehen Rechts im 16. Jahrhundert, Stutt-gart 1935

[100][365] Osmanlı Kanunnâmeleri, IV, 35-75

[101][366] Os­manlı Kanunnâmeleri, IV, 78-91

[102][367] Yazma nüshaları için bk. Süley­maniye Ktp., Reşid Efendi, nr. 1177/13, vr. 133-142, Bağdatlı Vehbi Efendi, nr. 477/ 2, Şehid Ali Paşa, nr. 2830/15, vr. 61-64, İbrahim Efendi, nr. 372, vr. 20-32, Yenica-mi, nr. 126, vr. 192-206; Millet Ktp., Fey-zullah Efendi, nr. 2139, vr. 59-66

[103][368] Süleymaniye Ktp., Düğümlü Baba, nr. 449/12, vr. 105b-119b

[104][369] Yazma nüshaları için bk. Süleymaniye Ktp.. Lâleli, nr. 3711. vr. 30-39; Hacı Mah-mud Efendi, nr. 6314, vr. 31-44

[105][370] Süleymaniye Ktp., Hacı Be-şirAğa, nr. 656/53, vr. 246

[106][371] Süleymaniye Ktp., Reşid Efendi, nr. 11.1 52/32, vr. 163-167; nr. 1036/21, vr. 181-183; 1036/ 6, vr. 41-42

[107][372] Süleyma­niye Ktp., Hacı Mahmud Efendi, nr. 792; Beyazıt Devlet Ktp., Bayezid, nr. 8025, vr. 20b-25a

[108][373] Süleymani­ye Ktp., Bağdatlı Vehbi Efendi, nr. 2035/ 5, vr. 31-37; Beyazıt Devlet Ktp., Bayezid, nr. 8025, vr. llb-I8a

[109][374] Süleymaniye Ktp., Lâleli, nr. 876/1, vr. 1-12; Şehid Ali Paşa, nr. 2795, vr. 95-97

[110][375] Süley­maniye Ktp., Reşid Efendi, nr. 1152, vr. 156b-158a; Esad Efendi, nr. 3459/4, vr. 185-187, nr. 3785/19, vr. 116

[111][376] Süleymaniye Ktp., Lâleli, nr. 835, vr. 7-17

[112][377] Süleymani­ye Ktp., Yenicami, nr. 376/4, vr. 155-165

[113][378] Osmanlı Kanunnâmele­ri, IV, 95-104

[114][379] Yazma nüs­haları için bk. Süleymaniye Ktp., Bağdat­lı Vehbi Efendi, nr. 2035, Şehid Ali Paşa, nr. 936/3, vr. 47-106, nr. 724/3, vr. 36; Köprülü Ktp., Mehmed Asım Bey, nr. 706, vr. 9-13; Hacı Selim Ağa Ktp., nr. 299

[115][380] Yaz­ma nüshaları için bk. Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 3755/2; Tırnovalı, nr. 1865/3; Reşid Efendi, nr. 1053, vr. 42-43; Şehid Ali Paşa, nr. 2768/3

[116][381] İstanbul 1318

[117][382] Yazma nüshaları için bk. Süleymaniye Ktp . Lâleli, nr. 3725, vr. 185-186; Şehid Ali Paşa, nr. 1390/11, vr. 181-186

[118][383] Keşfü’z-zunûn, II, 1347, 1919; Atâî, il, 170, 178, 259

[119][384] Yazma nüshaları için bk. Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 3741/9,  vr. 297-308, Halet Efendi, nr. 799/27, vr.  327-329

[120][385] Süleymaniye  Ktp.,  Esad Efendi, nr. 3507/2, vr, 8; Haci Beşir Ağa, nr. 676/ 3, vr. 41-42

[121][386] Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 3291

[122][387] İs­tanbul 1764

[123][388] Süleymaniye Ktp., Denizli, nr 416/10,  vr. 180-189

[124][389] İstanbul 1260, 1277, 1344

Kaynak: Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi Cilt 10 Sayfa 365…371

EBÜSSUÛD EFENDİ KİMDİR ?” üzerine bir yorum

  1. Geri bildirim: EBÜSSUÛD EFENDİ KİMDİR ? | ebussuudtefsiri

Yorum bırakın